SUMAME BİN USAL R.A. :
Eshâb-ı kirâm’ın ileri
gelenlerinden. Künyesi, Ebû Ümâme’dir. Mekke ile Medine arasında,
Yemâme mıntıkasında ikâmet
eden Benî Hanîfe kabilesinin reislerinden idi. Yemâme’de itibarı olan,
sayılan birisiydi. Bir ara,
Peygamber efendimizin (s.a.v.) huzurlarına gelip, öldürme teşebbüsünde bulundu.
Onun bu teşebbüsüne
Resûlullah’ın (s.a.v.) amcası mâni oldu. Bunun üzerine Peygamber efendimiz
(s.a.v.) Sümâme bin Üsâl’ın
kanının akıtılmasını mubah kıldı. Hatta onun ele geçirilmesi için
Allahü teâlâ’ya yalvardı.
Hicretin altıncı yılı
başlarında, Sümâme bin Üsâl Umre için yola çıkıp, Medine yakınlarına gelmişti.
Resûlullah’ın (s.a.v.)
süvarileri onu burada yakalayıp, Peygamberimiz’e (s.a.v.) getirdiler.
Yakalayanlar
onu tanımıyorlardı.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) onlara, onun Sümâme bin Üsâl olduğunu bildirdi.
Sümâme, Mescidin
direklerinden birine bağlandı. Resûlullah (s.a.v.) kendi evine teşrif edip,
evde olan
yiyeceklerden Sümâme’ye
gönderilmesini tenbih ettiler. Sümâme’yi bağlı olduğu yerden bir tarafa
ayırmadılar.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) mescide çıktıklarında: “Yâ Sümâme yanında ne var, gönlünden
ne geçiriyorsun, benden ne
bekliyorsun?” buyurdu. Sümâme: “İçimde hayır ümidi var. Çünkü sen af
edicisin. Eğer sen beni
öldürecek olursan, bir caniyi öldürmüş olursun. Öldürmez de afv edip, beni
bağışlarsan,
iyilik bilen, nimete
şükreden birisine ihsan etmiş olursun. Eğer benden kurtuluş fidyesi olarak
mal istiyorsan, işte malım.
İstediğin kadar al.” Bu konuşmadan sonra Sümâme kendi haline bırakıldı.
Ertesi gün Resûlullah
(s.a.v.) Sümâme’ye tekrar “Gönlünde ne var, ne düşünüyorsun?” buyurdu.
Sümâme “Dün arz ettiğim
gibi beni afv ederseniz, nimete şükür eden bir kimseye ihsanda bulunmuş
olursunuz. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) Sümâme’yi o gün de bağlı olarak bıraktı. Nihayet üçüncü gün
olup, Resûlullah (s.a.v.)
“Ey Sûmâme! yanında ne var, gönlünden ne geçiliyorsun?” buyurunca,
Sûmâme bin Üsâl da, önceki
arz ettiği gibi cevap verdi. Bunun üzerine, Resûlullah (s.a.v.) “Artık
Sümâme’yi salıveriniz”
buyurdu. Sûmâme bırakılıp, serbest kalınca, hemen mescidin yakınında bulunan
bir suya gitti. Gusledip,
sonra mescide girdi. Resûlullah’ın (s.a.v.) huzurunda “Eşhedü en lâ ilâhe
illallah ve eşhedü enne
Muhammeden Resûlullah” (Ben şehâdet ederim ki, Allah’dan başka ilâh yoktur.
Muhammed, Allah’ın
resûlüdür) dedi. Peşinden şunları söyledi: “Vallahi, akşamleyin, yanına
geldiğim
zaman, bana senin yüzünden
daha çok kızdığım bir yüz yoktu. Fakat sabah olunca, senin yüzün
bana, yüzlerin en sevimlisi
oldu. Vallahi, yine akşamleyin, senin memleketinden nefret ettiğim kadar,
hiçbir yerden nefret
etmemiştim. Fakat sabah olunca, senin şehrin bana, en sevimli şehir oldu.
Vallahi
akşamleyin, senin dinin,
bana en sevimsiz din idi. Sabahleyin en sevimli bir din olmuştur. Akşam olunca,
Sümâme’ye (r.a.) yiyecek
getirdiler. Az bir şey yiyebildi. Getirilen deve sütünden biraz içti. Karnını
şişirecek
şekilde fazla birşey
yemedi. Orada bulunan Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) onun bu hâline taaccüp ettiler
(şaşırdılar). Peygamber
efendimiz (s.a.v.), hayret edilmemesini, onun şimdi, müslüman olduğunu,
müslümanın yiyeceği ölçüde
yediğini beyan buyurdular.
Hz. Sûmâme bundan sonra
Peygamber efendimize “Yâ Resûlallah! Ben Umre yapmak için giderken
süvarilerin beni
yakalamıştı. Şimdi ne buyuruyorsunuz?” dedi. Resûlullah (s.a.v.) onu dünyâ ve
âhıret seâdetiyle
müjdeleyip, umresini yapmasını emretti.
Hz. Sûmâme, Mekke’ye,
telbiye ederek (Lebbeyk! Allahümme lebbeyk! Lebbeyk! Lâ şerike leke!
Lebbeyk! İnnelhamde
venni’mete leke vel’mülk, la şerike leke!: Yâ Rabbi! Senin emrine hazırım.
Senin
için ortak yoktur. Dâvetine
gönülden icâbet ettim. Hamd, nimet ve mülk sana mahsustur. Yâ Rabbi” diyerek
girmişti. Bunun üzerine
müşrikler onu yakaladılar, neredeyse boynunu vuracaklardı. Fakat o sırada
birisi, Sümâme’nin (r.a.)
Yemâme’li olduğunu, yiyecek hususunda Yemâme halkına muhtaç olduklarını
söyliyerek, müşriklere mâni
oldu. Sonra müşriklerden birisi ona “Demek, dinden çıktın ha!” dedi. Hz.
Sûmâme “Ben dinden
çıkmadım, Muhammedin (s.a.v.) getirdiği hak din olan İslâmiyeti kabul ettim.
Muhammed’i
(s.a.v.) ve onun
getirdiklerini tasdîk ettim. Vallahi Allah’ın Resûlü Muhammed’den (s.a.v.)
izinsiz
buğday alamıyacaksınız. Siz
Muhammed’e tâbi olmadıkça, Yemâme’den faydalanamıyacaksınız”
dedi.
Sûmâme (r.a.) Umre’sini
yaptıktan sonra Yemâme’ye gitti. Yemâme halkının, Mekke’ye erzak
göndermelerine mâni oldu.
Bu yüzden müşrikler çok sıkıntıya düştüler. Müşrikler bu sebeple
Resûlullah’a (s.a.v.)
mektûb yazıp, çektikleri sıkıntıları ve erzak gönderilmesine müsâade edilmesini
bildirdiler. Hatta, Ebû
Süfyân Medine’ye kadar gelerek, Peygamber efendimiz’e (s.a.v.) sen “Âlemlere
rahmet olarak
gönderildiğini söylüyorsun” diyerek bu hususta müracaatta bulunup, hallerini
uzun uzun
anlattı. Resûlullah
(s.a.v.), müşriklerin bu talebleri üzerine Yemâme halkının, Mekkelilere,
yiyecek göndermelerine
mâni olmaması için
Sümâme’ye (r.a.) yazı gönderdi.
Bu yazıda “Kavmimle,
yiyecekleri arasından çekil, Yemâme’den Mekke’ye erzak gönderilmesine
mâni olma.” buyuruluyordu.
Hz. Sûmâme bu emre uyarak, engel olmaktan vazgeçti.
Sûmâme bin Üsâl (r.a.) ve
onunla beraber olanların dışında bütün Yemâme halkı İslâm’dan çıkıp,
mürted olmuşlardı. O sırada
Sûmâme bin Üsâl (r.a.) Yemâme’de bulunuyordu. Halkı, Peygamberlik dâvasına
kalkışan Müseyleme’ye tabi
olmaktan, onu tasdîk ve desteklemekten alıkoymaya çalıştı. Onlara
şöyle dedi: “Ey
Hanîfeoğulları! Bu irtidad (İslâm’dan dönüş) nursuz, çok karanlık bir iştir.
Bundan sakınıp,
uzak kalınız. Bu, onu
destekleyenler için bir bedbahtlık, karşı olanlar için bir musîbettir. Son
Peygamber
Hz. Muhammed’dir (s.a.v.).
Ondan sonra Peygamber gelmiyecek, ona ortak da olmıyacaktır.”
dedi. Kur’ân-ı kerîm’den şu
âyet-i kerîmeleri okudu: “Ha, mim. Bu kitabın indirilişi, Azîz, Âlim olan
Allah’dandır. O, günah
bağışlayan, tevbe kabul eden, azâbı şiddetli olan Allah’dandır ki, O’ndan
başka hiç bir ilâh yoktur;
dönüş ancak O’nadır.” İşte bu Allahü teâlâ’nın kelâmıdır, dedi. Yemâme
halkı onun bu nasîhatlarını
dinlemedi. Onlar Müseyleme’ye uymakta birlik halinde idiler. Bu sırada, Âlâ
bin el-Hadramî komutasında
bir İslâm ordusu, Bahreyn’e doğru gidiyordu. Bu arada Yemâme tarafına
da uğradı. Sûmâme (r.a.)
bunu duydu. Orada bulunan müslümanlara “Vallahi ben, bu irtidat fitnesi varken,
burada kalmayı uygun
görmüyorum. Muhakkak Allahü teâlâ bu mürtedlere lâyık oldukları belâyı
verecektir. İslâm ordusuna
katılmamak hoş bir şey değildir. Ne için gittiklerini biliyoruz. Hem yakınımıza
da geldiler. Derhal onların
yanına gidelim” dedi. Yanında bulunan müslümanlar ona tâbi oldular. Âlâ bin
el-Hadramî’nin ordusuna
iştirak ettiler. Temim kabilesinden de bir hayli asker katılıp, Alâ’nın ordusu
iyice
kuvvetlendi. Âlâ bin
el-Hadramî, bu ordu ile, Bekir bin Vâil kabilesi içinde çıkan ve etrafına bir
hayli adam
toplamış olan Hatam isimli
mürtedin üzerine yürüdü. Bahreyn hükümdarlığına seçilen Münzir bin
Nu’man da Hatam’ın tarafına
geçmişti. Diğer müşrik ve mürtedler de onun tarafında yer aldılar. İki taraf,
şiddetli ve uzun süren
muharebeler yaptı. Nihayet, bir gece müşrik ve mürtedlerin sarhoş oldukları bir
vakitte, İslâm ordusu gece
baskını yaptı. Müşrik ve mürtedler perişan olup, bir kısmı, öldürüldü., Bir
kısmı
esir edildi. Diğerleri
kaçtılar. Müslümanlar harbi kazandılar. Ganimetin beşte biri ayrıldıktan sonra,
geri kalan, mücâhidler
arasında taksim edildi. İbn-i İshâk’ın şöyle bir rivâyeti vardır: Sümâme’ye
(r.a.)
ganimet taksiminde, bir
elbise düşmüştü. Bu elbise, Kays bin Sa’lebe kabilesinin ileri gelenlerinden
birine
aitti. Hz. Sûmâme,
muharebenin zaferle sona ermesinden sonra, memleketine giderken bu kabilelerden
bazıları Sümâme’nin (r.a.)
kendisine, elbisesi düşeni öldürüp, soyarak aldığını zannettiler. Bu yüzden
Sümâme’yi (r.a.) şehîd
ettiler.
Kaynaklar:
------------------------
1) El-İstiâb cild-1, sh-203
2) El-Îsâbe cild-1, sh-24
3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d,
cild-5, sh-5u0
4) El-A’lâm cild-2, sh-100